Başarı ve Başarısızlık…

8 Responses to “Başarı ve Başarısızlık…”


  • Ali dedi ki:

    Kariyer krizi dediğim şeyi, genelde pazar akşamları Güneş batmak üzereyken, umutlarımla gerçek hayatım arasındaki farkın gittikçe açıldığı o anlarda hissediyorum ve sonunda kafamı yastığa sokup ağlamaya başlıyorum.

    Peki bunu niye anlattım çünkü bunun kişisel bir mesele olduğunu düşünmüyorum. Bana kalırsa bu çağdaki yaşamlarımız kariyer krizleriyle noktalanıyor. Bu öyle bir nokta ki, bildiğimizi sandığımız şeyler, belli bir anda hayatın acı gerçekleriyle yüz yüze geliyor.

    Bu çağda iyi bir hayata sahip olmak belki diğer zamanlardan çok daha kolay bir hâle geldi ama aynı zamanda kariyer endişesinden kurtulmak da bir o kadar zorlaştı. Şimdi sizinle birlikte bu kariyer endişesinin nereden kaynaklandığına bir bakalım, yastığa kafamızı sokup bizi ağlatan bu endişenin kurbanları olarak.

    Bunun nedenlerinden biri, etrafımızın ukalalarla dolu olması. Özellikle de Oxford’a dışarıdan gelen biri için bu çok zor bir durum. İnsanlar genelde, ukalalığın İngiltere’ye ait bir özellik olduğunu sanıyorlar ama durum öyle değil. Ukalalık aslında küresel bir oganizasyon. Peki ukala kimdir? Ukala, sizden bir parça koparıp, o parçayla sizin kim olduğunuzu anlamaya çalışan kişidir. Ve en çok rastlanan ukala türü de iş ukalasıdır. Bunlarla her yerde karşılaşabilirsiniz, bir iş partisinde, orada burada ve size şu efsanevi soruyu sorarlar: “Ne iş yapıyorsunuz?” Ve vereceğiniz yanıta göre de ya sizinle tanıştıklarına memnun olurlar ya da saatlerine bakıp bir yere geç kaldıklarını söylerler.

    Ukalanın tersi de annedir. Sadece kendi anneniz olması da gerekmez, benim annem onun annesi de olabilir. İdeal anne olması da şart değil. Başarıp başarmadığınızla ilgilenmeyen birisi. Ama insanların çoğu ne yazık ki annelerimizi gibi değil. (Burayı anlamadım) Maddiyatla ilgilenmeye başlıyoruz.

    Bize hep materyalist bir Dünya’da yaşadığımız söyleniyor. Sözde hepmiz açgözlüyüz ama ben bunun böyle olduğuna inanmıyorum. Bence biz, materyal kazanım dolayısıyla elde edilen duygusal ödüllere odaklanan bir toplumda yaşıyoruz. Yani istediğimiz şey materyal kazanım değil, onun bize sağlayacağı duygusal ödül. Bu da bize, lüks mallara karşı yeni bir bakış açısıyla bakmamızı sağlıyor. Artık Ferrari’si olan birini gördüğünüzde, onun açgözlü biri olduğunu düşünmeyin. Aksine, duygusal olarak hassas ve sevgiye ihtiyacı olan birisi olduğunu düşünün. Başka bir deyişle (burada seyirci güler, bir tanesi alkışlamaya yeltenir ama kimse katılmayınca susar) horgörmek yerine onlara acıyın.

    Eskisinden çok daha rahatsız bir halde olmamızın başka nedenleri de var. Bunlardan birisi de, her ne kadar olumlu gibi görünse de, kariyerimiz için içimizde beslediğimiz umuttur. Önceki çağlarda, insanın hayatı boyunca başarabilecekleri konusunda beklentiler hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Karşılaştığımız her yerde, bize, her şeyi başarabileceğimiz söyleniyor. Eskiden kast sisteminde yaşardık, şimdi ise, herkesin, istediği yerde olabilmesini sağlayan bir sistemimiz var ki bu da çok güzel. Bunun nedeni de, herkesin eşit olması. Kimsenin herhangi birinden üstün olduğuna dair katı kurallar yok. Ancak burada da çok büyük bir problem başgösteriyor, o da kıskançlık.

    Modern toplumdaki en güçlü duygulardan biri kıskançlıktır ve insanların eşitliğiyle doğrudan ilgilidir. Size şöyle bir örnek vereyim: Sanırım burada bizi dinleyen hiç kimse, İngiltere Kraliçesi’ni kıskanmaz. Sizden çok zengin olsa da, kocaman bir evde yaşasa da onu kıskanmayız çünkü çok garip birisidir. Kesinlikle tuhaftır ve bu nedenle onunla bir ödeşlik kuramayız. Garip bir dilde konuşur, tuhaf yerlere gider. Kendimizle onun arasında bağ kuramayız. Ve eğer bir kişiyle kendiniz arasında bir bağ kuramazsınız, o kişiyi kıskanmazsınız. Yaş, geçmiş ve kimlik olarak birbirinize ne kadar yakınsanız, kıskançlık riski o denli artar. Bu nedenle de kimse (…….) okuluna gitmemeli (ben burada ne okulu olduğunu anlamıyorum, üniformalı/önlüklü diyesim geliyor ama emin olamıyorum).

    Ama modern hayatımızın bir sorunu, tüm Dünya’yı bir okula dönüştürmüş olmasıdır. Herkes kot giyiyor, herkes aynı ama değil. Yani elimizde, derin bir eşitsizliği içeren bir eşitlik ruhu var. Ancak bu öyle kötü bir durum yaratıyor ki, şu anda Bill Gates kadar başarılı ve zengin olma şansınız, 17. yüzyılda Fransız aristokrasisine katılma şansınız kadar düşük. Ama asıl sorun, bunun böyle yansıtılmaması. Gazetelerle, dergilerle ve medya yoluyla hissettirilen durum, eğer enerjikseniz, birkaç iyi fikriniz ve bir de garajınız varsa, siz de büyük bir şey olabilirsiniz (alkış falan).

    Bunun yansımasını kitapçılarda görebiliyorsunuz. Büyük bir kitapçıya gidip, kişisel gelişim kitaplarına bir bakın, bazen ben de bakıyorum. O zaman göreceksiniz ki, iki tür kişisel gelişim kitabı var. Birincisi “Sen de yapabilirsin, her şey mümkün” diyenler, ikincisi de, kibarca ifade edildiği şekliyle “özgüven eksikliğiyle başetme yöntemleri” ile ilgilenenler. Her şeyin yapılabileceğini söyleyen bir toplumla özgüven eksikliğinin var olması arasında gerçek bir ilişki vardır.

    —Çok konuşuyor. Buraya kadar çevirebildim, yarın devam ederim—

  • ilkerc dedi ki:

    Ali harikasin yahu. Ben yapayim mi diye dusunmustum ama usenmistim : )

    sagol. bunu ted e yollasana icine gomuyorlar…

  • Ali dedi ki:

    Çok çalakalem oldu, ayıp olmasın?

    Tamamını bitireyim, biraz düzelteyim de öyle göndereyim.

  • Ali dedi ki:

    Konuşmasının, bana nereden bulaştığını anlamadığım bir üşengeçlikle çeviremediğim kısmında, meritokrasiden bahsediyor. Yani, yetenekli insanların toplumda en üst düzeye çıkması gerektiği üzerine kurulu toplumsal bir sistem. Bunun görünürde iyi bir sistem olduğundan ancak en üstte olmayı hak edenler insanlar olduğu gerçeğini kabul etmenin, aynı zamanda dipte olması gereken insanlar olduğu gerçeğini de üst kapalı ve kaba bir şekilde kabul etmek durumunda bırakabileceğini vurguluyor. Bunu da, en açık bir biçimde, şöyle örnekliyor. Bundan 400 yıl önce insanlar toplumun alt kademesinde olan birini gördüklerinde onlara “talihsiz” derken, günümüzde, özellikle ABD’de bu insanlara “sefil” dendiğini hatırlatıyor. Bunu da, artık insanların hayatlarını belirleyen şeyin Tanrı ya da başka bir şey değil, insanın kendisi olduğundan bahsediyor. Bireyselleşen gelişmiş ülkelerdeki intihar oranlarının, diğer yerlerdekine kıyasla çok yüksek olmasının nedeni de, insanlardaki bu ekstrem bireyselleşme. Başarıları olduğu kadar başarısızlığı da kendilerinde aramaları.

    Meritokrasinin uygulanması mümkün olmayan bir sistem olduğunu ve insanları, yeteneklerine göre sınıflandırmanın asla ve asla başarılamayacağını iddia ediyor çünkü doğum kusurları, kazalar, gibi birçok rastgele faktörün, insanların sınıflandırılmasının önüne geçeceğini iddia ediyor ve meritokrasinin delice bir sistem olduğunu savunuyor. St. Augustine’in sözünden hareketle, insanları, kartvizitlerine göre değerlendirmemek gerektiğinden, kimin hangi değerlere sahip olduğunun asla bilinemeyeceğinden bahsediyor.

    Başarısız, parasız ve statüsüz olmanın insanları bu kadar kötü hissettirmesinin nedeni, başkaları tarafından yargılanmak ve küçük görülmek olduğunu belirtiyor, ve bunun günümüzdeki en önemli kaynaklardan birinin de gazeteler olduğunu söylüyor. Gazetelerde “sefil” olarak nitelenen birçok insanın gösterildiğini ancak bunun bir alternatifinin olabileceğini belirterek, Trajedi örneğine giriyor.

    Trajedinin, insanların nasıl başarısız olduklarına odaklanan bir sanat türü olduğundan bahsediyor ve İngiltere’deki “tabloid” gazetelerden birinde yaptığı komik deneyi anlatıyor. Bu gazeteye, ünlü Yunan trajedilerinden birkaçının hikâyesini anlatıp ona uygun manşet atmalarını istiyor. Othello’nun hikâyesini duyan gazete “Aşkla Çılgına Dönen Göçmen Senatörün Kızını Öldürdü” başlığını atıyor.

    Ardından Dünya’da insana odaklı olmayan bir şey olmadığından bahsediyor. Kendimizden başka tapacak bir şeyimiz yok. Herkes kendini düşünüyor. Böyle olunca kahramanlarımız insanlardan oluşuyor. Eskiden, Tanrı gibi aşkın karakterlere tapılırken, şimdi insanlar kendilerine tapıyorlar. Bunun nedeninin, insanların, her ne kadar sağlık için olduğu söylense de, doğaya kaçıyor olması. İnsan yuvasından, rekabetlerimizden kaçıp okyanuslara, Dünya’ya bakıyoruz ve insan olmayan bir şeyle ilişki içinde olmak istiyoruz.

    Son olarak, başarı kelimesinin üzerinde duruyor ve herkesin her şeyde başarılı olmasının mümkün olmadığından bahsediyor. Babalarımızdan, annelerimizden veya medyadan edindiğimiz başarı hedeflerinden ziyade, kendimize ait bir başarı hedefine sahip olunmasının gerçek bir başarı için ön koşul olduğundan bahsediyor.

    Sonunda da teşekkür ediyor.

  • Ahmet dedi ki:

    Paylaşım ve çeviri için çok teşekkürler.

  • schizophrenia dedi ki:

    ali eline sağlık.

  • Eylem Caner dedi ki:

    Ay’a insan indirdik diyor. O da bizden!

  • Taner dedi ki:

    Vidyo ve Türkçe çevirileri için çok teşekkürler.

Leave a Reply

Social Media

Visit Us On TwitterVisit Us On Youtube