3D Sinema Hakkında

Bu sıralar sık sık “3D ile sinema nasıl değişecek?” şeklinde konuşmalara şahit oluyorum. Bir grup insan sinemanın 3D ile tamamen değişeceğini ve bunun büyük bir devrim olduğunu düşünüyor. Hatta “3D sinema için bence önemsiz bir şeydir” dediğimde eski bir öğrencim “taş kafalı olmuşsun hocam” deyiverdi  🙂

“Taş kafalı” mıyım bilmiyorum ama bence 3D sinema için gerçekten önemsiz bir gelişme. Hatta gelişme mi ona bile emin değilim. 70lerde de böyle bir “3 buutlu” (nedense o zaman böyle denirdi!) film patlaması olmuş ama o furya başladığı gibi hızla bitmişti. Tamam bugünkü teknoloji tabi ki daha iyi ama yine de bu haliyle 3D sinemanın “harika bir deneyim” olduğunu iddia edenleri anlamıyorum.

Aslında itirazım çok temel bir noktadan geliyor: Sanatın amacı nedir? Gerçeği en iyi şekilde kopyaladığımızda en iyi sanatı mı üretmiş oluruz? Rembrandt’ın resimleri 3 boyutlu olsalar daha mı iyi olacaklardı? Ya da tamamen 2 boyutlu portreler (perspektifi de redderek) üreten Picasso, Rembrandt’tan daha mı değersizdir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün ama cevapları bence açık: Sanatsal üretimin amacı “gerçeğe yaklaşmak” değil onu yorumlamak ve dönüştürmektir. Bir eserin başarısı bize 3 boyutlu, 2 boyutlu, renkli, siyah beyaz, yüksek çözünürlükte veya VHS kalitesinde sunulmasıyla artmaz veya azalmaz.

Örneğin Godfather gibi bir filmin 3D olmasının gereği ve anlamı yoktur.

Bütün iletişimciler gibi meseleyi Marshall Mcluhan‘a bağlarsak (“Medium IS the message”) 3D ancak eğlence sineması için uygundur diyebiliriz çünkü size anlık bir sansasyon yaşatır, kaydıraktan kaymak gibi, dönme dolaba binmek gibidir ama iner inmez etkisi geçer.

Bu bağlamda Avatar’ı bir başyapıt olarak görenler de var. Bana göre inanılmaz derecede sıkıcı bir film. Arkasında muazzam bir teknoloji ve akıllı bir yönetmen olduğunu kabul etsek de filmin metninin epey çocukça olduğunu da inkar edemeyiz diye düşünüyorum. Ayrıca 3D fimleri izlemek son derece yorucu ve bir pencereden bakmak gibi. Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa!

74 Responses to “3D Sinema Hakkında”


  • Ulas dedi ki:

    Bencede 3d bir HD gibi olmayacak, hd bir greklilik bence ama 3d degil.Yani sinemaya gittigimizde 2 tane cizgi film 3d olabilir geri kalan salonlarda hala geleneksel sistem olacaktir.Herkez ilerde herseyin 3d olacagini dusunuyor veya umit ediyor.Bence ogle olmayacak, malesef bircok kiside uzulecek sanirim.3d tv’ler cikti, kac saat kesintisiz 3d izleyebiliriz? bence cok yorucu birsey. Avatar’i avrupanin en buyuk 3d salonunda izledim, benim icin cok etkileyici oldugu kadar bir okadarda isgence idi.Cunku lens kullanmiyorum, normal numarali gozluklerimle gitmistim:)Popcorn alirken birer adette 3d gozluk verdiler ve film baslarken gercek isgence basladi:) Napacagimi sasirdim sonunda cift gozluk izler halde buldum kendimi:)Herzaman bir “opsiyon” olarak kalmasi daha anlamli bence.

  • osmanli dedi ki:

    kesinlikle katılıyorum iki yazıya da!

    3d Sinema ve TV yüzünden gelecekte daha çok gözü bozuk insan, dahA çok epilepsi ve benzeri rahatsızlık olacaktır. Eğlencesiz olduğu söylenemez ama 2 saatlik filmde en fazla 30 dakika bile rahatsızlanmak için birebir. Geleceğin asıl gerçekliği bence bu olacak!

  • erkanuzdur dedi ki:

    Aksiyon popcorn sineması yapanlar için belki korkulması gereken bir teknoloji çıtası olabilir ama “insan sineması” yapanlar için sizin de belirttiğiniz gibi herşey yolunda ve daha yapacak çok şey var. Ben de bir kaç gündür bunun üstüne düşünüyordum. Zaten yok paraya film yapmaya çalışıyoruz, bir de 3D ile nasıl başa çıkılır? Görüntü kalitesini şununu bununu önemsemeyen sadece filmin kendisini izleyen seyirci hala var ve hep olacak diye düşünüyorum.

  • yasir doğan dedi ki:

    Bence de 3d sinema popüler kültürün popüler bir ürünü olmaktan öteye pek gidemeyecek. Zaten İlker hoca gayet güzel bir yazı yazarak yorum yapılacak pek bir şey bırakmamış. Ayrıca ilk 3d Türk filminin çekimleri de 1 ay önce bitti. Cehennem isimli ilk Türk 3d filminin yapımcısının muhabbetine bir sette kulak misafiri oldum ve avatarı bir kenara koyarsak avatardan sonra dünyanın en iyi 3d filmi olduğunu söyledi. ama benim tahminim bir Türk filminden öteye geçemeyeceği. diğer Türk filmlerinden tek farkı 3d oluşu olacak sanırım :)kendimi bu önyargılarımdan dolayı kınıyorum ve 3d sinemaya başarılar diliyorum 🙂

  • t dedi ki:

    hersey 3 boyutlu oluyor…
    heykeltiraslar ne yapsin???

  • nanoflm dedi ki:

    şu an ki 3D sistemi için dogru bi yaklaşım çünkü çok ilkel bir yöntem…

    ama 3D için büyük gelişmeler var ve layer sistemi üzerine büyük bir teknolji hakim… gözlüksüz katman katman görüntüler yaratımı ile şu anki 3D nin çok üstünde bir sistemin 3-5 yıla yayılacağı ve DVD veya bluray sisteminin yeni filmler için kısmen sadece arşivlik olacağı, sinemanın sadece sinema salonlarında izlenecek apayrı bir deneyim olucağı üzerine…

    sonuçta aslolan tabiki de öykü ve senaryo olucak, o tarih boyunca değişmez; ama sıradan bir öyküyü bile büyüleyici bir ortamda aktarılabilecek… ismi ne olucak bilmiyorum ama şu anki sistemin tohumlarını kullanan apayrı bir sinema kavramı geliyor…
    tabi bizim ülkemiz Dünya Sineması anlamında bi 50 yıl geride oldugu için…karı kız manyağı, ego hastası , vasıfsız yönetmenciklerimiz oldugu müddetçe biz gene bloglarda tartışırız…

  • Arda dedi ki:

    3d görüntüyü sadece “sinema” olarak değerlendirince zayıf kalıyor elbette, yani büyük bir patlama değil kesinlikle, yeni hiç değil. sanat yapmaya çalışırken 3D, siyah/beyaz film ve renkli film gibi bir tercihten ibaret bence. Hangisi mesajını daha doğru iletmene yarayacaksa onu kullanırsın. Elimizin altında olması güzel bişey. Lazım olursa kullanırız.

    Diğer yandan medikal uygulamalar 3d ile coşacaktır. Ayrıca spor yayınlarında da önemli bir yer tutabilir. Yeni 3D teknolojisinin eski kırmızı/mavi denemesi kadar kolay pes edeceğini sanmıyorum. Yaygınlaşırsa da sinemacılara güzel bir alternatif olacaktır.

    …ve avatar: paramı geri verin.

  • yasin köse dedi ki:

    3D lafını duyar duymaz irkilmeye başlıyorum.
    Bununla ilgili insanlarla ne konuşacağımı bilmiyorum. ürperiyorum beni sıkıntıya sokuyor, kaçıyorum.
    Bir gösterim sistemi hikaye anlatımında neden bir devrim yaratsın ki ?
    Ama şunları okuduktan sonra içim rahatladı;

    “Bir eserin başarısı bize 3 boyutlu, 2 boyutlu, renkli, siyah beyaz, yüksek çözünürlükte veya VHS kalitesinde sunulmasıyla artmaz veya azalmaz.”

    Yani eserin ruhuna yönelik malzeme ! cassavets’in filmlerinde video kamera kullanması, bazı senaryoların TV filmi, bazılarının sinema filmi olması gibi. kimi hikayeler ise 16 mm de efsaneleşiyor ve nedense 3D çekilmiş bir karafilm kulağa hiç hoş gelmiyor.

    Aşağıdaki finalle içim iyice rahatladı. Kahrolsun 3D 🙂

    “Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa! “

  • sakir kamerun dedi ki:

    Bir de şöyle bir durum var. Bence üç boyutlu film denilen şey aslında 3 boyutlu değil. Şöyleki: 3 boyutlu bir ortama baktığımız zaman,(misal tiyatro sahnesi) gözümüz baktığımız yere netler ve geri kalan yerleri flu görürüz. Yani arkada başka oyuncular oynarken sahnenin seyircilere daha yakın yerinde ölü bir adam yatıyor olsa, onu detaylı bir şekilde inceleyebiliriz. Ancak 3d film denilen şeyde olay böyle işlemiyor. Sadece katmanlardan oluşan bir derinlik anlıyışını görüyoruz. Yani kamera dolly ile kayarken ve ormandaki oyuncuları takip ederken kameranın dibinden geçen otları flu bir katman olarak görüyoruz ve bu flu katmana gözümüzü kaydırdığımızda o katman netleşmediği için aslında algımızda gözümüz bozukmuş gibi bir his uyandırıyor ve bizi yoruyor. Bence devrim ancak şöyle bir izleme deneyimi ile gerçekleşebilir. Tıpkı göz doktorlarında kullanılan aletlerde olduğu gibi bizim gözümüzün nereye baktığını takip edebilen bir cihaz olursa ve sahnedeki tüm katmanlar net olarak pozlanıp (katmanlar olarak kaydedilmeli) daha sonra kontrollü bir şekilde(veya cgi bir görsel ise bilgisayar kontrolünde yeniden render edilerek) , bizim gözümüzün hareketine göre netleşip flulaşsa , ozaman gerçek bir 3d ortama bakıyor izlenimi hissedebiliriz.Hatta buna bir de şunu eklemek lazım: Kafamıza yerleştirilicek bir motion sensor kafamızın pozisyonuna göre (ekrandaki şeyin cgi olması lazım tabi bu durumda.) ekrandaki görüntüyü yeniden render edip bizim pozisyonumuza göre kameranın açısını değiştirecek.Böylece izlediğimiz koltuğa göre izlediğimiz şey de değişmiş olacak. Tiyatrodaki daha doğrusu gerçek hayattaki 3 boyut deneyimi ancak bu teknolojik eklemelerle sağlanabilir. Bunlar olmadığı sürece bence şaşı bak şaşırdan daha ilginç bir teknoloji değildir şuanki 3d.Bir de şunu eklemek isterim,bize yeni diye yutturulan 3d aslında 1915 den beri var(daha kötü yöntemlerle olsa da,bkz: anaglif). Tıpkı bir dönem tv nin popülerliğine karşı koyabilmek için widescreen, sinemaskop gibi şeyleri çıkarmıştı hollywood. Şuanda intenet ve korsana karşı sinema salonu deneyimini arttırıcı şeyler sunuyorlar bize.
    Gelelim Avatar’a, Avatar 3d yi tamamen çıkardığımızda da cgi ve çekim teknikleri konusunda bir şahaserdir, 2 boyutlu olarak vizyona girse de (benjamin button gibi) teknik değeri çok yüksektir sinema adına ve yine yakın başarılar elde ederdi gibi geliyor bana.
    Uzun lafın kısası 3d çok ahım şahım bişey değildir. Herkesin bilmesi gerek şey hocamızın da dediği gibi içeriktir. ister iphone la çek ister red le çek çektiğin şey ilginçse millet izleyecektir. Unutulmamalıdır ki; sinema sıcak ve samimi bişeydir 🙂

  • osman siewertsen dedi ki:

    entertaiment başlığı uzerinde gitmek isteyenlerdenim…eğlence sektörünün yeni oyuncaklarından biri,sanatsal tarafından bakmak ne kadar doğru tartışılır,bi film boktansa isterse 4D olsun…ama ben şahsen plazmada 3D seyrettim…bence bayyağı eğlenceli,bu gözluk meselesi hallolursa dahada super olur…

  • osman siewertsen dedi ki:

    son olarak bulunduğum johannesburgden bir kaç izlenimimi aktarmak istiyorum,burada sony’nin yeni sloganı olan make.belive sony’nin yeni yüzü…world cupla birlikte bir sürü test sunumları yapıyorlar….

    aynı zamanda 3d plazmalar, make.belive sloganın taşıyıcı kolonu olmuş durumda,nereye giderseniz hemen hemen her yerde sony standları var ve insanlar bunlara bayağı bir ilgi gösteriyor….

    ben bir futbol karşılaşmasının bir bölümünü izledim,görüntü SDI kalitedeydi…sahada olup bitenlere bir derinlik katıyor,ama ps3 ve animasyonlarda daha başarılı diyebiliriz…

    sony şu an playstationdan sonra elinde geliştirdiği en önemli done olarak yalnızca ve yalnız bu 3D hadisesi…. ve bu teknolojiyi geniş kitlelere ulaştırmak istiyor,yeni sloganıda zaten bunu destekliyor,yakında bunun handycamleri filanda çıkar diye düşünüyorum…

    filmci olarak,bu yeniliğin dahada hız alacağını düşünüyorum,bunun 3D kamera sistemleri ve postproduction’ınından, güzel paralar kazanılır gibime geliyor piyadasa bi kaç yer de bu 3D den nasıl kitlerim diye hesap kitap yapmağa başlamış durumda…hatta danışmanlık ve projelendirmeden itibaren pimapen olayına girmiş durumdalar : )))

  • meriç işkin dedi ki:

    işin komik tarafı yapımcıların – yönetmenlerin filmi 3D yaptık diye içerisine gereksiz bir sürü aksiyon sahnesi koyma zorunluluğu hissetmeleri..
    en alakasız sakin, kendi halinde bir filminde bile uçan nesneler,(arabalar, sinekler..) uzun uzun düşme sahneleri vs. var. filmden bağımsız sırf seyirciye 3d hissi yaşatalım diye koyulmuş olduğu çok belli.
    bugün godfather 3d çekilse çok farklı olurdu muhtemelen. çatışma sahnelerinde kurşunların peşine takılıp havada onlarla beraber uçardık, bir sürü araba çarpışma, uçma sahnesi olurdu felan, görmemişin bir 3d si olmuş her filme uzun uzun uçan sinek eklemiş durumu var şu anda. belki yeni olduğu için böyle, bu 3d işi zamanla oturur ve sadece gerekli olan yerlerde 3d kullanırlar bilemiyorum..
    bu arada 3D sevmiyenler kulübü gibi olmuş burası 🙂
    bende sevmiyorum 3d yi.. eskisini, hiç bir 3d godfather a değişmem..

  • ilker ilgen dedi ki:

    Otomobil teknolojisinde de oldsmobil zamanının çok ötesinde birçok yenilik sunarak pazar kaygısından uzak bir seyir izlemeye çalıştı ama ismini sadece meraklıları biliyor.

    Şuanki yükselen değer 3D ise bu tüketilmek zorunda. Sonra gerçek 3D hatta holografik görüntüler oluşturulan sinema veya görüntü panelleri oluşturulacak şuan bizim için bilinmez birileri için yaşanması gereken bir süreç.

    Piyasadaki cihaz üreticileride bu değeri gözederek ayakta kalabilir. Bugün Sony veya Samsung bu pazarda iki rakip. İkiside kendisine özgü görüntü işleme teknolojileri ile panel ekran pazarını canlı tutuyor.Bir şeiklde birileri birşey yapack ve birileride bunu alacakki birşeyler üretilebilsin.

    Yalnız şu bir gerçekki beni etkileyen filmler sasdece görsel efektleri ile değil önemli ölçüde hikayesi ve oyunculuğu ön planda olduğu için basit bir el kamersı ile bile çekilebilecek bir Termianl filmini AVATAR’a değişmem.
    Ha unutmadan Son haba bükücü filmini üç boyutlu izlemek ne kadar keyif verecek basit çizgifilmin yanında onuda bimliyorum.

  • DoPDodo dedi ki:

    Biraz gıcık bir yaklaşım olacak ama öncelikle tanımlar konusunda yanlış anlaşmaları önlemek gerekir. Herkesin konuştuğu şey 3D değil stereoscopic sinema. 3D veya 3B tümüyle farklı bir konu. Sinemalarda bugün izlediğimiz 3D tümüyle bir yanılsama. Bu nedenle 3D yerine stereo görüntü daha doğru bir tanım. Türkçesi konusunda iyi bir önerim yok maalesef.

    Bu â??yeniâ? yöntemin beni ilgilendiren yönü ise çekim teknikleri. Kendimi â??altına hücumâ? dönemlerinde gibi hissediyorum. Bir yandan teknoloji üreten şirketler, bir yandan dağıtımcılar, bir yandan yapımcılar belki de tüketicinin (izleyicinin) pek de ilgilenemediği bir konuda aşırı heyecan gösterip büyük yatırım yapıyorlar.

    Aslında stereo gösteri teknikleri neredeyse fotoğrafın icadından bu yana var. Hareketli görüntü de tarihi hiç yeni değil. Yanlış anımsamıyorsam patlama 1950’lerde yaşanmış. Peki neden tekrar bir â??hücumâ? var?

    Bunun birden çok nedeni görülebiliyor. Başta sinema salonlarındaki değişim. Elektronik sinema kavramı içinde çok sayıda dağıtım avantajının yanında küçük yatırımlarla stereo gösterimi de olanaklı kılıyor. Eskisi gibi çift projeksiyon, ince ayarlar, eğitimli teknisyenler filan gerekmiyor. Elektronik projeksiyon makineleri bunları gereksiz kıldı. Son aldığım kesin olamayan bilgilere göre Türkiye çapında elektronik projeksiyona sahip sinema salonu sayısı 85 adet. Bunun hızla artacağı da bekleniyor. Bu sinemaların hepsi, hemen stereo film gösterme kapasitesine sahip ve bu konuda istekli, çünkü daha çok para kazanıyor bu yöntemle.

    Daha düne kadar stereo hareketli görüntü çekmek için alet edevatı satın almanıza imkan yoktu. Bu bilgiyi ve alet edevatı kiraladığınız uzmanlar aracılığıyla kullanabiliyordunuz. Ancak yine elektronik sinema kameralarının gelişmesi ve büyük perde için çekim yapabilir kaliteye ulaşması oyunun kurallarını değiştirdi. Orada bulunmadım ama izleyebildiğim kadarıyla 2010 NAB neredeyse tümüyle stereo araçlarına ayrılmış gibi idi. Bu devrim olarak adlandırılamasa bile büyük bir değişim.

    Yapımcılar ve dağıtımcılar ise hem Avatar’ın gişe başarısı nedeniyle, hem de stereo filmlerin ancak sinemalarda izlenebileceği gerçeğiyle bu teknolojik gelişmeye hiç olmadığı kadar destek veriyor.

    Elbette yan etkenler de var, â??3D TVâ? yayınları başlı başına ayrı bir konu. Tüketimi canlandırmak için muhteşem bir yenilik, filan falan…

    Önümüzdeki yıllarda tüketicinin (izleyicinin) ilgisi bu çabaların sonucunu belirleyecek. Ses gereçleri alanında stereo’dan sonra gelen quadrophonic sistemler gibi yok mu olacak, yoksa surround (5+1 â?? 7+1) sistemler gibi kendine özgü bir yer mi bulacak. Kişisel tahminim surround sistemler gibi kendine özgü bir yer bulup yaşayacağı, bu arada klasik mono görüntülerin yaygınlığına ulaşamayacağı. Ancak bu sadece bir tahmin.

    Beni ilgilendiren yere gelene kadar ne çok şey yazmak zorunda kaldım… İstesek de istemesek de yukarıda açıklamaya çalıştığım piyasa baskıları nedeniyle stereo çekimlere alışmak zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Aslında düşünmeyip, yaşıyorum. Evet, artı itiraf edebilirim; Türkiye’de çekilen ilk stereo (3D) konulu filmin (Cehennem) hem görüntü yönetmeni, hem de bir parça stereographer’ı oldum. Böylece stereo çekim tekniklerinin alıştığımız tekniklerle ne kadar benzer ve uzak yönlerinin olduğunu birinci elden görme şansım oldu.

    Önümüzdeki birkaç yıl içinde filmlerin hem stereo hem de mono dağıtıma çıkacağı gerçeği ile karşı karşıyayız. Ancak iki çekim tekniği arasında çerçeve düzenlemeden başlayarak çok sayıda farklılık var. Işık yaparken neredeyse unuttuğum yöntemleri tekrar kullanmak zorunda kaldım. her şeyden öte çalışma alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirme zamanı. Bunu yanında stereo çekim yapanların kendine özgü estetik geliştirmesi için fazla zamanı da yok. Hem ülkemizde, hem de dünyada bu nedenle çok sayıda hatalı film izleyeceğimizi de öngörüyorum ama pazar bugün bu içeriğe fazlasıyla ihtiyaç duyuyor. Umarım önümüzdeki yıllarda stereo çekilmiş başyapıtlar da görürüz. Bunun olamaması için bir neden yok.

  • yasir doğan dedi ki:

    ağzınıza sağlık Doğan Hocam.

  • neocaridina dedi ki:

    Adı geçen Türk filminin fragmanlarını izledim. İçinde ayet falan filan geçen dini bir korku filmi daha. Hem de 3D ya da stereoscopic adı her neyse. Bu teknolojiyi, ucube olmayan filmlerde deneyimleyebilmeyi umuyorum.

  • Cenk Oğurtanı dedi ki:

    Bence bu teknoloji alıp başını gidecek arkadaşlar… Çünkü izleyen herkesin çok hoşuna gidiyor… Zamanla teknik gelişmelerle daha da çekici bir hale getirileceği kuşkusuz…

  • ilkerc dedi ki:

    Dogan biraz daha paylasir misin deneyimini? 2 Red le mi cektiniz?

  • shad dedi ki:

    Evet biraz detay istiyoruz. Işık konusunu biraz açar mısın.

    ilker bu arada en iyi yazılarından biri.. ışığın bol olsun : )))

  • DoPDodo dedi ki:

    Evet, Lokomotif Kamera’nın sağladığı iki Red One ve PS Technik Standard Rig kullandık. Red One bu tür bir uygulama için oldukça iri ve ağır bir kamera. Ayrıca sensor büyüklüğüne bağlı net alan derinliğinin az olması (bunları da mı söyleyecektim ben), aynadan oluşan ışık kayıpları derken, yüklenmeniz gereken ışık şiddeti hızla artıyor. Yeni filmler ve elektronik kameraların duyarlılıklarına ve açık diyaframlarla ince ince net oyunları yapmaya alıştıktan sonra kullandığınız ışık miktarı bir anda 5-6 katına çıkıyor ki bu da en ekonomik tarife. Kamera ise sette bir Super Panther’e gösterilen özen ve emek ile taşınabiliyor. Cartoni Lamda head’in ağırlık altında nasıl esnediğini göreceğimi sanmazdım. http://www.cartoni.com/eng/lambda.html Klasik grip ekipmanlarını ve elbette çalışanları inletecek kadar ağır bir sistem ortaya çıkıyor. HDSLR’larla uzak yakın ilgisi yok:-)

  • ilkerc dedi ki:

    fakat 2 RED le olunca Cameron’un yaptigi nodal point kaydirma meselesi olmuyor degil mi?

    EDIT: Convergence demek istemistim. Ozur dilerim.

  • DoPDodo dedi ki:

    Cahilliğime verin. Cameron’un nodal point meselesini bilmiyorum. Biz nodal point’e fazla takılmadık açıkçası. Bunu gerektiren efeekt çekimlerimiz de olmadı. Ayrıca kullandığımız rig ile nodal point ayarlamak nasıl olurdu hayal bile etmek istemiyorum.

    Ama Red veya başka kameralar da kullanılsa iki adet temel ayar yapmak zorundasınız. İşin kötü yanı bu terimler İngilizce’de de değişik terimlerlerle adlandırılıyor ve kafalar daha da karışıyor. Bu iki temel ayar interocular (interaxial)ve angulation (toe). Birincisini Türkçeleştirmeye çalıştığımızda yönetmenim Biray’dan â??odak aralığıâ? önerisi geldi. Bu kulağa iyi geliyor. Yani merceklerin merkez noktalarının birbirine olan uzaklığı. Bu doğrudan derinlik hissine katkıda bulunuyor. Pek çok yazıda 65mm kabul edilen insan gözü aralığı, film setine girdiğinizde hiçbir anlam ifade etmiyor. Her resim, düzenleme için ayrı bir değer saptamalısınız. Bizim Biray’la üzerinde en çok tartıştığımız (elbette olumlu anlamda) konu bu oldu. Vardığımız sonuç; konunun özel bir efekt, derinlik gerektirmediğinde bu değerleri düşük tutup, gereksiz derinlik algısı ile izleyiciyi yormamak, yeri geldiğinde de meşhur â??3Dâ? etkisi, yani perdeden fırlayan ögeleri ekonomik kullanmak. â??Cehennemâ?de çok sayıda cgi öge de olacak ve bunlar da etki amaçlı perdeden dışarı çıkacaklar. Filmin son hali için konuşmak için erken olur ama en azından bu dengeleri göz önüne alarak çalıştığımızı söyleyebilirim. Bence yönetmen, görüntü yönetmeni ve stereographer (buna daha Türkçe karşılık bulamadım, belki stereocu olabilir:-)) en çok üstünde tartışılıp uğraşılması gereken konu bu. Hatta senaryo aşamasında bu etkilerin önceden düşünülmesi gerektiğini söyleyeblirim.

    Diğer temel ayar, genellikle â??convergenceâ? olarak yanlış adlandırılan â??angulationâ?. Bu bizim daha aşina olduğumuz bir kavram. â??Sterero’nun Focusâ?u gibi bir benzetme yapabiliriz. İki kameranın da bakış açılarını ilgi noktasına çevirme işi. Bu konuda internet üzerinde çok sayıda tartışma var. Hatta bazı filmlerin tümüyle â??paralelâ? yani â??angulationâ? kullanılmadan çekildiğini okudum. Red gibi yüksek çözünürlüklü kameralar kullanıldığında, konunuz da kameraya biraz uzak olduğunda post teknikleriyle işi çözüp tümüyle paralel çekim yapmak mümkün. Ancak iş yakın çekimlere, hatta macro düzeyine geldiğinde â??angulationâ? kullanmamak olmuyor.

    Bu ayarları yapmanıza yardımcı olan yazılımlar var. Çünkü bütün bu kararları önünüzdeki monitöre bakarak yapmanıza imkan yok. Hedefinizdeki perde büyüklüğü bile ayarlarınızı değiştiriyor. Bütün bunlara sağduyunuzu da eklemeniz gerekiyor her zaman olduğu gibi.

    Bunların dışında iş pek çok ince ayar ile kalibrasyonlara kalıyor. Notlar alıyorsunuz, tekrar kalibrasyon yapıyorsunuz ve ömrünüzün bir bölümü böyle geçiyor. Disiplinli bir teknik adam/kadın değilseniz ve bu işi anlayarak ve sıkılmadan yapan bir ekibiniz yoksa işiniz zor. Bir de ülkemizdeki yapım sıkıntılarının baskısını üzerinizde hissettiğiniz sıralarda arkanızda bu işi gerçekten yapmak isteyen takım arkadaşlarınız yoksa işiniz daha da zor. Burada teknik sınırlamalarda şikayet etmek yerine, o kısıtlamaları nasıl avantaj haline getirmeye çabalayan yönetmenim Biray Dalkıran’a ve tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür borçluyum.

    Elbette son kararı siz perdede izlerken vereceksiniz ama yeni tekniklerin ortaya çıkardığı â??haritasız topraklardaâ? fazla kaybolmadan yol aldığımızı düşünüyorum.

  • DoPDodo dedi ki:

    İlker, peki önceki postalardaki düşük cümleleri kullanıcı olarak düzeltme şansımız var mı?

  • ilkerc dedi ki:

    Pardon nodal point diye sacmalamisim convergence demek istemistim : ) Cameron’un kamerasinda convergence cekim sirasinda degistirilebiliyordu. Sizde boyle bir uygulama olmadi anladigim kadariyla.

    EDIT: Evet eski comment lerinizi degistirebilmeniz gerekir ancak her seferinde baska isimle yazinca yeniden onaya giriyor yorumlar.

  • DoPDodo dedi ki:

    Evet, bunu çekim anında değiştiremiyorduk. Bu nedenle bir iki planı parçalayarak çekmek, daha doğrusu iki ayrı ayarla tekrar çekmek zorunda kaldık. Yönetmenin toleransı dediğimde bunları kastediyordum:-) Daha önce de belirttiğim gibi belli ölçülerde post’ta da düzeltilebilecek bir durum. Sorun gerçekten yakın çekimlerde kendini gösteriyor. Bu tür çekimler için ayrı bir “puller”, artık convergence mi dersin, angulation mu dersin, lazım. Elbette bunu yapacak remote motor sistemleri, filan…

    Sanırım bilgisayarımdaki cookie sayesinde sayfanı her ziyaretimde sistem beni hep DopDodo olarak tanıyor. Yani isim değiştirmiyorum. Anladığım kadarıyla uzun postalar moderasyon gerektiriyor.

  • Burç dedi ki:

    Bilgilendirici bir tartışma olmuş. Ben şunu merak ettim, paralel çekim yapıldığı zaman bu iş postta nasıl halledilebiliyor? ya da angulation kullanılmazsa ne tip sorunlar oluşabiliyor? Konunun biraz cahiliyim, mazur görün lütfen… 🙂

  • DoPDodo dedi ki:

    Burç merhaba, herşeyden önce hemen herkes bu konuda oldukça bilgisiz. Yalnızca bilgisizlik oranlarımız değişik. Post ayrıntıları konusunda bilgi eksiğim var. Bu medenle net bir yanıt vermem zor. Ama temel olarak resmin yüzey perspektifi ile oynandığını söyleyebilirim. Eline aldığın bir fotoğrafın sağından solundan bakmak gibi. Ancak yakın çekimlerde tıpkı reflex vizör öncesi kameralarda olan paralax hatası gibi sonunda düzeltilecek görüntü bile kaydetmemiş oluyorsun paralel çekim tekniğinde. Sorunun temeli bu.

  • yasir doğan dedi ki:

    Doğan Hocam, elde ettiğimiz iki ayrı görüntüyü postta hangi program vasıtasıyla birleştiriyoruz. Benim kendi çözümlemem şöyle oldu: herhangi bir montaj programıyla iki görüntüyü iki katman olarak üst üste bindirerek opasityi dengeleyerek mi yapıyoruz. yoksa tamamen farklı yazılımlar mı gerekiyor.

  • DoPDodo dedi ki:

    Yasir, inan detaylarını bilmiyorum. Ama dağıtım için üst üste bindirme değil ama arka arkaya sıralama yöntemi kullanılıyor. Rakamlar yanlış olabilir ama işin mantığı şöyle: 25 fps için 1/50 sn sol göz için, 1/50sn sağ göz için projeksiyon. Yani alıştığımız film akışının birisini sol göz için hesaplarsak, bunu iki katına çıkartıp farkı sağ göz için kullanmak. Başka bir söyleyişle iki kameranın 25 fps görüntülerini birleştirip 50 fps tek bir akış oluşturup, bunun yarısını sağ göze, diğer yarısını sol göze göstermek. Hem RealD gibi polarize sistemler, hem de Dolby, Expand gibi Active Shutter Glass kullananlar (buna yeni çıkan 3D TV’ler de dahil)aynı yöntemi kullanıyorlar. Yalnızca sağ ve sol göze ulaşım yolları farklı. Aslında TV işi biraz daha farklı ama prensibi açıklayabilmişimdir umarım.

  • Kemalettin dedi ki:

    @DopDodo
    3D hakkında Lokomotif’ten kiraladığınız kamerayı kullanmadan önce ne gibi eğitim aldınız?Bu konuda yurtiçi veya yurtdışından tecrübeli biri tarafından yardım alındımı?

  • DoPDodo dedi ki:

    Kemalettin, biraz kurcalayıp işe başladık.

  • osman siewertsen dedi ki:

    benim eylul ayında başlayacak bir 3D projem olacak…benim kafamı karıştıran en önemlı konu,ıkı elektronik kameranın birbirine nasıl match olacağı ??? yani shutter speed ve genlock uyumu….

  • DoPDodo dedi ki:

    Osman, inan bana en basit sorun bu söz ettiğin. Yani iş biraz daha karışık. Kemalettin’e verdiğim yanıta bakma. İşin gırgırındayım. Aman iyi oku. Ortada fazlasıyla bilgi varmış gibi görünüyor ama hatırı sayılır bölümü tutarsız. İki ay okumak için iyi bir süre.

    Genlock için bizim yöntemimizi sorarsan: tri-level sync üreten bir kutumuz vardı. İki kamera da bu jeneratöre kilitleniyordu. Kablo problemleri ve Red’lerin ufak mıymıntılıkları dışında sorun yaşamadık. Gerçekten de işin en basit yanlarından birisi bu.

    Siz hangi kameraları ve rigi seçeceksiniz? Belli mi?

  • osman siewertsen dedi ki:

    johannesburg dönusu planlamayi dusunuyorum…ben şahsımda panasonic fanatiğim…benim bir tane 3000 im var,ama bu işte ıkı tane 3700 planlıyorum…romanya da çok çok ucuza buldum…3D ring içinse ıngılız vmi renthouse bana yardımcı olacak…

  • osman siewertsen dedi ki:

    bu arada arrı alexa hakkında ne dusunuyorsunuz ???

  • DoPDodo dedi ki:

    Bu tür bir uygulamada mercek uyumu benim ilk sorum olurdu. Bazıları zoom merceklerin kullanılabileceğini savunuyorlar ama pek kolay olmasa gerek. Denemediğim için fazla birşey söylemesem daha iyi. Digiprime’lar tek seçenek mi bilmiyorum ama birbiriyle uyumlu iki Digiprime set de iyi bir rakam tutar tabii. İngiiz vmi iki kanal remote focus sağlıyor değil mi?

    Alexa ayrı bir konu ve yeterince bilgim yok.

  • yasir doğan dedi ki:

    http://www.poi-media.com/360_kamera.html google maps’ın oluşturulduğu kamerayı hep merak etmiştim. gerçekten de etkileyici buldum. başlık 3d olsa bile 360 derecede ilgi çekici 🙂

  • osman siewertsen dedi ki:

    doğan hocam;

    bu arada bır dip not…siz,hasan abi,yüksel abi..gerçekten efsanelersiniz…birikimleriniz,yaptığınız işlerin kalitesi burada bir kez daha belirtmek istiyorum….tartışılmazsınız ve bizler sizlerin arkasından yürümeğe çalışıyoruz…

    abi, vmi herşeyi sağlıyacak,bir technician’da göndericekler….zira altından kalkmam mümkün değil….

    3selamlar,saygılar

    işde

  • osman siewertsen dedi ki:

    alexa arrirawı kullanmakta,lakin medyasını sony ve apple ile paylaşmakta bu da benim kafamı kurcalıyor açıkçası…ama vimeo’da gördüğüm bir flower filmi beni etkiledi…
    master prime ile çekilmiş olsa gerek arrınin lightweıght zoomlarıyla da son derece sağlam resimleri var…depth of field’lar,dynamic range’lar başarılı…

    arri’nin sloganı şu alexa ile ilgili ”siz istediğiniz sürece çalışır,siz istemedikçe kapanmaz”

  • yasin Köse dedi ki:

    Arri’nin göndermesi hoşuma gitti ;
    â?siz istediğiniz sürece çalışır,siz istemedikçe kapanmazâ?

    Osman Siewersten abi; iki kameranın birbirine nasıl match olacağı shutter speed ve genlock uyumu ile ilgili bir soru sormuş.

    Doğan Sarıgüzel’in dediği gibi bu gerçektende işin en basit yönü olmalı diye düşünüyorum.
    Asıl önemli olan Rig seçimi olmalı ki burada tecrübe, teknik hesaplamalar önem kazanıyor.Bol bol test çekmeli.

    Söz konusu kameralar RED ise, shutter senkronizasyonu ve diğerleri için şöyle bir yazı yazmıştım.

    http://yasinkoseart.wordpress.com/2009/09/11/red-one-senkronize-cekim/

    İyi çalışmalar.

  • DoPDodo dedi ki:

    Osman, yaşarken efsane ilan edilmek garip bir duygu. Ölmüşüz de haberimiz yokmuş gibi:-)

    Önerim, bir stereographer edinmeniz. Görüntü yönetmeninin, hele kamera operatörlüğünü de üstlenmişse, stereographer’ın işini de üstlenmesi benim görüşüme göre kesinlikle imkansız. Benim iyi bir operatörüm, iyi bir kamera ekibim ve iyi bir ışık ekibim olmasına rağmen çok zorlandığımı itiraf etmeliyim.

    Özellikle ışık ekibinin sabrı takdire şayan. Kamera sisteminin sorunlarıyla uğraşmaktan, ışık yapmayı unutuyordum:-)

    Benimki bazı zorunluluklardan kaynaklanan, fazla çılgınca bir çalışma tarzıydı. Başlarda Hasan Ali Yenilmez’in desteği olmasaydı zaten hiçbir ayarı yapamazdık. Neyseki bu yöntemin sakıncalarını hem yönetmenime, hem yapımcılarıma açık şekilde ifade ettim de içim rahat. Tekrar aynı şekilde çalışır mıyım, pek emin değilim. En azından iş programını bu duruma göre düzenlemek gerekir. Bizimki biraz çılgınlıktı.

    Rig teknisyeni, temel olarak stereographer’ın komutlarını uygulayan adam. Benim de bir İspanyol teknisyenim oldu ama birkaç gün sonra ayarları kamera operatörümle yapmak çok daha kolay gelmeye başladı. Küçümsemek istemem ama karmaşık bir iş değil yaptıkları. Gerçek bir stereographer ile karşılaştırılamaz.

    Yasin, yazındakiler gayet doğru ama gerçek hayatta bazen sorunlar çıkabiliyor. Örneğin bir gün kadar uğraştıktan sonra Red’lerin birbirlerinin time code’larını neden beğenmediklerini bulabildik. Firmware yüzünden…
    Bir firmware versiyon geri gidince olay büyük ölçüde çözüldü. Armağan (focus puller) bu bug’ı muhtemelen ilk bizim yaşadığımız görüşündeydi. Sonunda hiçbirşeye güvenmeyip, her planda (sessiz bile olsa) klaket şaklattık ve rahat uyuduk. Sessiz planlarda klaket gerçekten komik görünüyordu.

  • osman siewertsen dedi ki:

    yok abi oyle şey ; ) gerçekleri yazdığımı dusunuyorum,yalnizca ben söylemiyorum bunları,gafferdan alıcan haberi : )))

    piyasa bayya bir enteresan olmaya başladı…şimdi gençlerden kime sorsan,ya yapımcı ya yönetmen….oğlum ne çektin ??? abi çorlu da un fabrikası tanıtımı çektık…şimdi uzun metrajımız var abi…

    neyse buradaki herkes uzak bunlara,bıraz terapi gibi
    geliyor burada iki satır yazmak…hadsiz,edepsizlerden bunalıyor insan…

    yasircim göz atıcam…hatta okey noktasından sonra,gavuru 1 hafta önceden çağırıcam zaten…sizlerede haber verıcem…birlikte göz atmaktan mutluluk duyacağım…

    doğan abi,ben sizi seneler önce rahatsiz etmiştım…o zamanlar F900 HDCAM yeni çıkmış…pal atilan görüntülerin oluşturduğu noiseları konuşmuştuk sizle…

    burada sık sık dile getırdiğım konulardan biri,o kadar teknoloji değişti şimdi burada 3Dyi konuşuyoruz…ama o sorun hala bugün başka şekilde dewam edıyor…

  • yasin Köse dedi ki:

    Merhaba;
    Apple boş durmamış, ı-phone sahibi kamera operatörleri ve Görüntü yönetmenleri için 3D stereo tool adlı ı-phone plugini çıkarmış.

    http://appshopper.com/photography/stereotool

    Eğer masa başında kağıt kalem cetvelle kafa patlatmak zorunda kalacağımı bilseydim yinede gidip sinema okurmuydum bilmiyorum…
    Dönem dönem mimarlık fakültesindeki ev arkadaşımın t cetvelini kullandığım günleri dahi hatırlıyorum.
    Birkaç yıl öncesine kadar böyle bir program için yüzlerce dolar ödeyip aylarca sırada bekleyebilirdim.
    Teknolojinin geldiği bu nokta ürpertmekle birlikte, daha çok çalışmam gerektiğini hatırlatıyor.

    Umarım sette hayat kurtarabilecek bir plugindir.

    Daha önce gördüğüm başka ı-phone pluginleri ise şu şekildeydi.

    iSee4K /
    * Depth of Field
    * Angular/Dimensional Field of View
    * Storage requirements, space and time (RED® only)
    * Max frame rate/timebase settings (RED® only)
    * Workflow throughput calculator.

    gibi değerleri hesaplıyor ( DI technician için bulunmaz nimet)
    http://appshopper.com/photography/isee4k

    pCAM Film+Digital Calculator

    â?? Motion Picture formats: 8mm – 16mm – 35mm – VistaVision – 65mm – 70mm – IMAX.
    â?? Video formats: 1/4â?, 1/3â?, 1/2â?, 2/3â? CCD HD – 35mm Still Lens Adapters – Digital HD SLRâ??s, Super 35mm-sized HD – 65mm-sized HD.
    â?? Still Camera formats: 35mm Standard – 4/3 – APS – Panoramic – DSLR – Digital backs – 6×6 cm – 6×7 cm – 4×5 – 5×7 – 8×10.

    Kamera sensörü, focal çarpan, kullanılan lens gibi parametrelerden faydalanıp depth of field değerleri veriyor.
    Ã?stelik hemen her hafta yeni bir kameranın sensörleri ve Storage özellikleriyle birlikte update edilebiliyor.

    http://appshopper.com/photography/pcam-cinematography-calculator

    İyi çalışmalar.

  • yasin Köse dedi ki:

    Edit;

    3D çalışmalar için başka bir plugin
    ( $299.99 ! değermi ? bilmiyorum )

    http://itunes.apple.com/us/app/reald-professional-stereo3d/id362539528?mt=8

  • aytuğ dedi ki:

    ahh bu blog’un kaderi galiba. ne güzel sanat felsefesi yaparken yine konu aşırı teknik meselelere gelmiş ben bir şeyler yazamadan:) henüz “ya bunlar boş siz önce senaryo yazmayı öğrenin” diyen çıkmaması ise en büyük tesellim.

    işin geyiği bir yana, ilker hocam sana bu konuyu tartışmaya açtığın için teşekkür ediyor, doğan hocamı da ilk türk 3D filminin görüntü yönetmenliğini üstlenme cesaretini gösterdiği için kutluyorum.

    Konun başına dönecek olursak. 3D veya streoscopic (adı her neyse) teknik başlıbaşına bir öykü anlatım biçimi olabilir. kendi dilini yaratabilir. biz de bu filmleri izlemeye biraz daha alışırsak, gözümüzü yormaktan çok aklımızı yormaya başlayabiliriz. Yani demek istediğim,bu iş “efendim bu eğlencedir kaydıraktan kaymaya benzer” demekle içinden çıkılamayacak bir iş bence.

    Şu anda yönetmenler gerek sezgiyle gerek aklederek bu tekniği “gerçekte olmayan” mekanları yani fantaaazi dünyasına ait yerleri betimlemek için kullanıyorlar anladığım kadarıyla. gerek Avatar pandorada, gerek Alice harikalar diyarında, gerek Otto Lidenbrock dünyanın merkezinde olsun, bunun seyrinin böyle olduğunu görüyorum ki gayet mantıklı bence.

    Türkiyedeki genel görüş bu tekniğin suyunu çıkartacağımız ve bir sürü kötü 3d filmler yapacağımız yönünde. Ama şu anda bu tekniklikle yapılan ilk türk filminin adı Cehennemse en azından doğru bir başlangıç yapıldığını düşünebiliriz (ki pandora’nın cennet tasviri olduğunu düşünenler çoktu. yoksa bu film türk sinemasının hollywood’a verdiği bir cevap mı olacak doğan hocam.)
    gerçi diğer taraftan oldukça riski bir başlık çünkü filmden çıktan sonra “bu kadar kötü film göremedim sahiden cehennem böyle bir şey olsa gerek” diye yorumlar da olabilir.

    neyse efendim, post-produksiyon aşamasındaki bir film hakkında atıp tutma ödülene layık olmadan, önyargılardan ve basmakalıp cümlelerden uzak bloglar diliyorum.

  • ilkerc dedi ki:

    Aytug tabi 3D kendi dilini yaratabilir. Ben de bunu reddetmiyorum zaten. Ancak oyle bir hava yaratiliyor ki sanki artik 3D (veya stereoscopic) bilmeden sinema yapilamazmis gibi bir takim laflar cikiyor ortaya.

    cok kisaca: Yok oyle bir sey : )

    Tabi bilmekten zarar gelmez. Dogan sana da tesekkur ederiz yaptigin isi paylastigin icin. Genelde Turk sinema sektorunde kimse bir sey paylasmaz biliyorsun : )

  • aytuğ dedi ki:

    Hocam tabii ki (siz beğenmesiniz de) Avatar büyük bir heyecan yarattı sinema dünyasında. Bunun nedenlerinden biri de aslında birçok insanın hayatında hiç 3d bir film izlememiş olmasıydı. büyük heyecan yarattı devrim denildi.
    şimdi de fazlasıyla abartılıyor. bu anlaşılabilir bir şey.

    ama sırf böyle bir durum olduğu için 3d sinemanın bir yönetmen (veya adayı)olarak nimetlerini görmezden gelemeyiz. Mesela bu 3boyutlu sinema bence öykü dünyasıyla bizim filmi izlediğimiz dünya arasındaki sınırı bulanıklaştıyor (yani karekterin dünyasıyla izleyicinin dünyasını) ve bence bu yönetmenlere müthiş bir oyun alanı sunuyor.

    Avatar’ı beğenirseniz beğenmezseniz ama Avatar’da bu çok ama çok iyi kullanılıyor. Ekrandan çıkan, bizim kafamızı kaçırttıran silahlara baktığımızda bunların Navilerin değil insanların olduğunu görüyorduk. ve şöyle bir anlam çıkıyordu. Bu silahlar pandorayı tehdit ettiği kadar sizin dünyanızı da tehdit ediyor. bence bu tip anlamlar yaratılabildiği için 3D sinema ve Avatar devrimsel nitelikte olabiliyor.

  • yasir doğan dedi ki:

    http://tv.adobe.com/watch/customer-stories-video-film-and-audio/adobe-and-avatar

    Avatar’ın post ve çekim süresince birçok adobe yazılımını kullandığını içeren bir video. Bu videoya göre Avatar Premirede montajlanmış, photoshop ve lightroomda renkleriyle oynanmış ve after effects ile de birçok efekti yapılmış. Bana çok fazla inandırıcı gelmedi ama belki doğrudur.

  • yasin Köse dedi ki:

    Merhaba;

    Blogu Apple reklamlarıyla doldurmak istememiştim.
    Umarım İlker’ in sabrını zorlamıyorumdur 🙂

    Konuya dönmek istiyorum.
    Stereoscobic çalışmalarda kullanılan rig lerde iki opsiyon gördüm.
    Biri “side by side” ( cameronun kullandığından) diğeri ise “mirror mode”

    “Distance” öncelikli çekimlerde side by side ın avantajlarından söz ediliyor -ki cameronun kamerası da bu türden bir kamera.

    “Side by side” rig çalışmalarda;

    “stereo base”
    ( interocular(interaxial) (iki objektif arasındaki mesafe) )

    “Convergance” ( iki objektifin birbirlerine yönelip ayrılması (orientation angle) ) ayarlamalarıyla stereoscobic görüntü oluşturulduğunu farkettim.

    Stereo base’ in (interocular) daralmasıyla yakın planlar, ayrılmasıyla daha uzak planlar çekiliyor. Buradaki ayarlar sayesinde “out of screen range” ve “into screen range” ayarlanıyor.

    Böylece ;

    perdeye en yakın obje
    (foreground object ( perdeden fırlayacakmış gibi uçuşan mermiler bir ederhanın kanatları gibi ) perdede ne kadar yakın hissedileceği (negative paralax olarak isimlendiriliyor )

    zero-paralax object ( asıl ilgi alanındaki obje olan silahın namlusu, ejderha üzerindeki adam )

    Background object ( en gerideki binalar,duvarlar,orman )

    Arasındaki derinlik farkları ayarlanıyor. Yani Stereoscobic görüntünün Depth of field’ı denebilir.
    (http://mrdoob.com/lab/actionscript/pv3d/dof/05/ )

    “Convergance” ( bir kalemi burnumuzun ucuna yaklaştırdığımızda oluşan gözlerin içe bakma durumu ) ayarlarıyla da derinliğin arttırılması için gereken ayarlamalar yapılıyor.
    Söz gelimi “interocular” ı sabit değerde tutup ” “+ Convergance” yapılarak nesnelere daha fazla yaklaşılabiliyor. Böylece durumda foreground object ile zero ground paralax hassasiyet daha fazla sağlanabiliyor.

    Buradan stereo base’in (interaxial-interocular) stereo görüntü üzerindeki etkisiyle igili bir video izlenebilir. Ancak Convergance ile ilgili bir demo sunulmamış.
    http://www.youtube.com/watch?v=gJlkuHxQB20

    “Mirror mode” rig seçiminde’de aynı temel prensip uygulanıyor. Sadece merceklerin -Ayna- üzerindeki kesiştiği “aks” değişiyor.

    Anladığım kadarıyla Doğan abi’nin çalıştığı “rig” de mirror kullananlardan.

    Sonuç olarak interaxial ayarları için “side by side rig” çalışırken iki objektif birbirlerinden ayrılıyor. Convergance içinse mercekler birbirlerine açıyla dönüyor. Angulation ise “Convergance’ın “Mirror rig” kullanılırken aldığı ad.

    Stereo Base’in (interaxial) ayarlanması için en önemli adım Doğan abinin bahsettiği gibi;
    Perdeye yansıyacak görüntünün boyutu ( sensörler üzerine yansıyan görüntülerin birbirlerine olan “mm” cinsinden yakınlıklarıyla paralel bu’da sensör boyutu-çözünürlük-focal uzunlukla direk ilintili ) başlangıç soru noktası. Yani iş “Stereo” görüntü çektik işte kadar basit değil.

    Daha sonraki adım bu “mm” değeri üzerinden Foreground object,zero paralax object, Background object mesafelerine göre “interaxial” ayarı yapmak.

    Not: Bir yanlış anlaşılmayı baştan gidermek için tüm okuyuculardan özellikle “ilker canikligilden” tüm bu yazdıklarımın sadece “teorik” fikir ( bilgi değil, ne yazıkki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş durumdayım -ki Doğan abi ve diğerlerinin paylaşacağı tecrübeler sayesinde bu durumun değişeceğini umut ediyorum 🙂 ) olarak kabul edilmesini rica ediyorum.
    Lütfen yanlışımı gördüğünüz yerde mıhlayınız 🙂
    Yaptığım iş sadece varsayımlar, çözümlemeler yapmak.

    konuyla ilgili olarak aşağıdaki sitelere göz atabildim.
    Ancak blogu link çöplüğüne çevirmemek için www silmek zorunda kaldım.

    İyi çalışmalar.

    3dfilmfactory.com/
    3drigs.com/
    technica3d.com/3D-rigs/neutron.php
    fdtimes.com/news/?p=289
    vincentfollezou.com/video/2009/05/20/3d-rig-red/
    zgc.com/webstore.nsf/products/ps_zgc3drig
    http://www.vrphotography.com/

  • DoPDodo dedi ki:

    İlgilenen herkesin teknik ayrıntıları araştırıp öğreneceği kesin. Beni daha çok ilgilendiren işin öykü anlatım teknikleri ve estetik yönü.

    Az önce John Bailey’in bu konuları içeren doyurucu bir yazısını okudum. İngilizce okuyabilenlerin göz atmasını öneririm:
    http://www.ascmag.com/blog/2010/06/28/3-d-3-d-3-d-in-all-directions/
    Hepsini okumaktan sıkılırsanız; beni en etkileyen beşinci bölümün ilk paragrafı.

  • osman siewertsen dedi ki:

    şimdi son olarak ben 3D uygulamalarıyla ilgili şunu söylemek istiyorum,özellikle DoP tarafından…nacizane adledin lütfen…

    3D setteyken,bence o koca kutuyla ilgilenmesi gereken kesinlikle dodo abinin dediği gibi stereographer ve teknisyeni…

    özellikle ülkemizdeki yüksek hızlı iş temposunda,Dop’un bu aksesuarı kesinlikle bilenlere teslim etmesi…öteki türlüsü bence bir DoP’un cv sinde eksi haneli olarak düşmesi kesinlikle büyük bir risk…

    efektleri noktasında birlikte karar verme olabilir ama ben şahsen tamamen ayrı bir iş olarak düşünüyorum….

    ülkemizde daha doğru dürüst,plug-in meselelerini bile çözememmişken,3D projeler çok elit çalışan projelerle sınırlı….

    açıkçası eylülde ki imaj filmim için ben kesinlikle sorumluluk almayacağım…çalışacağım yabancı ekibe yüklenmeyi düşünüyorum bu anlamda…

    bir de bir Dop’un sette o kadar çok sorumluluğu var ki..

    son olarak knowhow anlamında ne kadar bilgilenirsek o kadar anlamlı olur yaptığımız iş,ama 3D sorumluluğu almak bir yerde risk teşkil ediyor bana…

    herkese selamlar !!!

  • yasir doğan dedi ki:

    Aslında gözlemlediğim kadarıyla Türkiye’den ziyade dünyada bu işe fazla aşina değil. Tamam Doğan Hocanın dediği gibi çok eskilerdede kullanılmış bu teknik ama günümüzdede kullanımı ile ilgili çok fazla bir bilgi birikimi yok. stereographer denilen işinin ehli kişiler bu işte uzman sayılabilir fakat bu iş bir görüntü yönetmeninin cv sine negatif olarak yansıması çokta adil değil kanımca çünkü Türkiye için geçerli bir durum değil bu dünyada acemi şuan için bu konuya ama burası türkiye 🙂 gözlemlemem de yanılıyor olabilirim 🙂

  • yasin Köse dedi ki:

    Merhaba;
    Tüm Görüntü yönetmenleriyle fikir kardeşi olduğumu düşünüyorum.
    Doğan abinin dediği çok doğru. İşle ilgilenen hemen herkes bu meseleyle ilgili araştırma yapıp bilgi sahibi olabilir.
    Osman abinin eklediği gibi Stereograph ve asistanı bu işi halletmeli ve Görüntü yönetmeni, işin öykü anlatım teknikleri ve estetik yönüyle ilgilenmeli.
    Bu da “knowhow” ile gerçekleşiyor.
    Beni ürküten şey, sette ışık yapmak bir anlatım tekniği oluşturmak yeteri kadar “burun kanattığı” gibi birde üzerine Stereo görüntü mevzusunun binmesi.

    Hiçbir yapımcı Stereographic görüntüyle ilgili bilgisi olmayan bir DOP ‘la çalışmayacağı gibi, Bir DOP ‘ta “rig” lere aval aval bakan bir 3.asistan istemeyecektir.

    Sinema okullarındaki eğitimin düzeyini anlatmama gerek yok ( M.S.U hariç ) ama tam donanımlı bir 3.Asistan kolay yetişmiyor.
    Yaş 24 okul bitiyor 30 lara doğru ilerlerken gelecek telaşı sarıyor.

    Ondan sonra düğün salonlarında kameramanlığa kadar düşüyor, garsonlukla geçiniyoruz.

    Doğan abi’nin tecrübesini paylaştığı gibi Osman abinin’de bu konudaki tecrübesini merakla bekliyoruz. Hazır, yapımcılar bu işe soyunmaya başlamışken bizde daha fazla bulaşık yıkamak zorunda kalmayalım 🙂

    ( Doğan abi makale çok ilgi çekici, sabahki kpss sınavı olmasa keyifli bir okuma olabilirdi.çok uzunmuş. )

    Teşekkürler.

  • osman siewertsen dedi ki:

    o düğün çekimlerini veya event çekimlerini sakın küçük görmeyin, o işler sizlerin kilometre taşlarınız olacak, hepsini birer filmmiş gibi görün ben o tarz işlerde çalışırken o işleri çok ciddiye alırdım,ilerleyen dönemlerde çok faydasını çok gördüm,negatif piyasası beni hiç bir zaman içine almadı,ama ilk 16ımı çekerken hiç zorlanmadım çünkü uzun seneler aktüel işlerde binlerce kaset çekmiştim en iyi asistanım pozometremdi orta okuldayken zenith 11 im olmasaydı asla pozlamayı çözemezdim…evet doğrusu kesinlikle negatif disiplininden gelmek…ama siz küçük işlerde rec’e basarken,bir negatif asistanın sırtı daima sete dönük olduğu da ortada…her şeyin kendine göre bir avantajı bulunmakta…

  • temmuz dedi ki:

    Eğer ses bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten sesli ne de olsa! (1927)

    Eğer renk bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten renkli ne de olsa! (1939)

    Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa! (2010)

    Sinemanın tanımı onu olanaklı kılan teknolojilerin herhangi birisini içerebilir. Saf sinemanın tanımı 1885’in sineması değildir. Hasbelkader ilk olarak kimyasal şekilde vücuda gelmiş sinemanın ilk icrası dijital de olabilirdi. Sesli filmler de, renkli filmler de gösterime girmeye başladıkları sıralarda, bu sinema sanatını öldürür, türünden yorumlar yapıldı. Benzer bir burnu büyüklüğe CGI teknolojisi de uğradı ve uğruyor, hiç endişeniz olmasın ki etkileşimli sinema da uğrayacak.

    Bana sorarsanız, bence de üç boyutlu sinema, etkileşimli sinema kadar bol miktarda anlatımsal olanak vadetmiyor. Ve sonradan, sesli ya da renkli sinema kadar bir “endüstri standardı” halini alacağından emin değilim. Ama sinemaya eklemlenmiş onlarca görsel-işitse öge gibi, bir anlatım ve deneyim kalemi işte. Bir gereç yani. Neden bu kadar tavırlısınız, anlamıyorum.

    Hayır bir de yine “gerçek” sinemadan, öyküden, oyunculuktan, senaryodan söz etmeye başlamış olmamız. Burada bile karşımdaki yine aynı türden, histir, ruhtur, pelikülden taşan festival coşkusudur, sinema duygusudur, vs türden gümüş nitrat romantizmiyle uğraşıyorum. “İnsan sineması” ne demek? Sanki benim filmimi insan izlemeyecek.

  • nuvit dedi ki:

    sorun bu teknolojiye mutlak bir ilerleme olarak bakılması. her teknolojik ‘ilerleme’ bir şeylerden vazgeçmeyi de içerir. dolayısıyla ilerlemeye karşı olmak değil, ilerlemenin kaybettirdiklerini düşünmek pek zorunlu bir görevdir. bahsettiğiniz yıllardaki karşı çıkışları da bu açıdan okumak lazım. sesli sinema ilk çıktığında o dönemin sinemadaki en ileri ülkesi olan rusya’da sesli film karşıtı bir manifesto yayınlandı. bu sinemacıların sadece bir gericilik veya muhafazakarlık yaptığını ya da ileriyi göremediğini düşünmek safça olur. gayet de ne yaptıklarını biliyorlardı. sesli sinemaya karşı olmalarının temel birkaç nedeni vardı; birincisi montajın, sesin boyunduruğu altına gireceği korkusuydu ama daha önemlisi dilin hakimiyeti altına giren bir sinemanın uluslararası niteliğini kaybedecek olmasıydı. nitekim böyle oldu, sesli sinemaya geçildikten sonra ingilizce dışındaki dillerin sineması büyük bir bunalım yaşadı.
    dolayısıyla bu karşı çıkışlarda romantizmden çok, bir öngörü fark ediyorum.
    benim de 3 boyutlu sinemaya dair benzer kaygılarım var. her şeyden önce levi-strauss’un dediği gibi sanatın, gerçekliğin bir boyutunu ortadan kaldırarak işlediği fikrine katılıyorum. bu, gerçekliği dönüştürmeye olanak veriyor. belki tiyatro örneği bu anlamda eksik kalıyor. daha iyi bir örnek belki şu olabilir; eisenstein’ın gerçek bir fabrikada, ter kokusu, çöplerle, havasız bir ortamda sahnelediği tiyatro oyununun başarısız olması.
    sanatsal gerçeklik, gerçeğin tıpkısı değildir, aradaki fark da zaten, sanatı mümkün kılar. 3 boyutlu sinema elbette gerçeğin birebir bir kopyası olmayacak, bu anlamda o zorunlu boşluğu belki hala bulabilecek ve güzel eserlere olanak verecek.
    ama yine de işimiz her sunulanı peşinen kutlamak değil sakıncaları üzerine kafa yormak olmalı. örneğin böyle bir aracın taşıyabileceği ideoloji. en önemli soru şu belki; üç boyutlu sinema gerçekliği algılayışımızı nasıl değiştirir?

  • temmuz dedi ki:

    Sesli sinemaya geçildikten sonra İngilizce dışındaki dillerin sineması büyük bir bunalım mı yaşadı, yoksa var mı oldu? Yani sesli sinemayla birlikte yüzlerce farklı dilde altyazılandırılmış ve seslendirilmiş, yüzlerce farklı dilde filmin çekilmiş olması, kaçınılacak bir durum mudur. Lazca dublajlı ve Kürtçe altyazılı Süryanice filmi anlamayı beklemiyordum zaten. Bir “endüstri standardı”na erişilmemiş olunması nedeniyle yaşanan sıkıntıların (ki bunlar eğer gerçekten birer sıkıntıysa) öngörülebilmiş olması sesli sinemayı olmayası kılmaz. Olancası dilden dile dönüştürmede yaşanmış olabilecek sıkıntılar, ve dublaj ve çeviri sırasında oluşacak nesil kayıpları ve ek zahmet yüzünden seksen küsur yıldır sinemaya olanak sağlamış ses ve rengin, dışlanma çabasıyla empati kurmaya çalışmak da zorlama olur. Bu, “Bakın anadillerini konuşmalarına izin verdik ve şimdi ağızlarından çıkan hiçbir şeyi anlamıyoruz. Demek ki totaliter sistemler çalışıyor.” demek gibi bir şey.

    Gerçekliğin kopyalanması meselesine gelince. Ã?ç boyutluluğun ya da herhangi bir deneyim manipülatörünün gerçekliğin kopyalanmasına olanak vermesi onu gerçeklik saplantısının gereci yapmaz. Gerçeklik algısı yaratmakta kullandığınız her aracı (ki yine ses ve renk de buna dahil) ifrata kaçırma ya da çarpıtma yoluyla gerçek dışını simüle etmek için de kullanabilirsiniz. Hatta diyebiliriz ki, sinemada gerçekçilik, en etkili yabancılaştırma efektidir. Örneğin, hayranlık uyandıracak kadar iyi çekilmiş bir aile kavgası, size film izliyor olduğunuzu hatırlatacaktır.

    Bu arada, kutlamak nereden çıktı? Lütfen bunu duymamış olayım. Ben postmodernist değilim. Kutlamam, kullanırım.

  • ilkerc dedi ki:

    Bu tartisma cok dallanip budaklandi ve dogrusu her seyi okumaya sabrim ve zamanim olmadi ama Temmuz beni yanlis anladin sanirim.

    Tepkili degilim. “Pelikul romantizmi” veya “iyi sinema” “kotu sinema” ayrimi da yapmiyorum. 3D’nin abartildigini dusunuyorum. Belki yaniliyorumdur. Onu da zaman gosterecek…

    Ya da belki sen baska birisine soyluyorsun bunlari ondan da emin degilim : )

  • nuvit dedi ki:

    sinemada ses yokken her dil eşit pay alabiliyordu sektörde. sesli sinema çıktığındaysa bu dağılım, egemen dilin hakimiyeti lehine oldu. ulusların sinema sektörlerinin ölmesinden bahsediyorum (totaliterliği burada koyduğunuz yeri açıkçası hiç anlamadım). sesli sinemaya geçilmeseydi keşke diye bir şey söylemedim. sadece bu ilerlemeler karşısındaki uyarılar, hafife aldığınız kadar basit değil, bunu söylüyorum.
    bahsettiğiniz tarihsel sıralama bağlamında 3 boyutlu sinemaya geçilmesi de kaçınılmazsa o zaman bu teknolojinin sakıncalarını konuşmak çok daha anlamlı geliyor bana.

    gerçekliğin kopyası meselesinde zaten ben de söyledim; 3d sinemanın o boşluğu bulması ve iyi işler çıkarabilmesi gayet olası.

    kutlamakla kastettiğim kesinlikle siz değildiniz (hatta yazınızda değil kutlamak, açıkça bir parça eleştiriyorsunuz da). ancak sizin yazınızdan bazı kısımları temel aldığım için böyle anlaşılmış.

    özetle, yazınız tepkili olunmasına bir tepki ve ben de tepkili olduğunuz o tepkiyi değerli bir şeye dönüştürmek mümkün hatta zorunlu diyorum.

  • Kerem Ogan dedi ki:

    bu tamamen kişisel bir olay…. 3d ye de ne gozle bakicagimiza gore degisir…

    bir filmin…

    sesli
    renkli
    3d

    olmasi olarak mi gruplayacagiz

    yoksa

    super senaryo
    kaliteli ekip
    göz kamaştırıcı görsel efektler
    ve 3d

    bence 3d ye ne olarak bakilmasi ile ilgili bir sorun var..

    3D, ses ve renklilik gibi olmazsa olmaz bir sart degildir bence..
    hatta bir sure sonra basini agritiyor insanin.
    belki ilerde olmazsa olmazlari haline gelicek sinemanin(sanmiyorum) ama oladabilir..

    ama olmasi gereken(en azindan gunumuz icin) 3D nin isin tuzu biberi olmasidir..
    super cekimler super bir color grading… yada inanilmaz görsel efektler gibi … bu da onlardan biridir bence… bir artidir… izlemesi daha keyifli …

    kisaca bana gore olmazsa olmaz degildir..yada ses ve renk gibi birsey degil 3D
    ama gun gectikce gelisen teknolojinin nimetlerinden biri

  • temmuz dedi ki:

    Saflığı kucağımıza alalım yani. Çünkü bu manifestolar yayınlatan endişelerin, olası riskleri öngörme çabası olduğuna inanmıyorum. Sakıncaları dillendirmek için onları tartışmak yeterliyken ve “orantılı güç kullanımıyken”, rol yapma oyunu oynarmışçasına akıma karşıt manifestolar yayınlamak ve inkara gitmek tutarsızlıktan başka bir şey olmazdı. Endişesi olasılıkları dillendirmek olan kişiler, olasılıkları dillendirsin o zaman.

    Bu arada romantizm derken senden söz etmiyordum, İlker. Zaten öyle olsa, sadece Canon, Microsoft, Renault, EXXON, Blackberry, Apple ve AT&T’den değil, Nutella’dan da para alıyor olurdun.

  • Ekim dedi ki:

    3d işinin özellikle hollywood’da yeni bir film biçiminden çok kar marjı hesaplamaları ile ilgili olduğu yazılıp çiziliyor. Korsan tüketimi ve ucuz ev sineması alternatiflerini (kiralama, streaming vs.) azaltıp, sinema bileti ücretlerini arttırmanın en pratik yolu 3d film pazarlaması. Hatta bu iş şirket karlarını o kadar etkiliyor ki 3d çekilmeyen filmler post prodüksiyonda (The Last Airbender gibi) 3d’ye dönüştürülüyor, eski filmlere 3d eklenip (King Kong, Titatic) tekrar pazarlanıyor.

    İngiltere’de iki yıl önce 3d’yi geçtim, sırf 20 dakikalık 70mm Imax film çekimleri olduğundan The Dark Knight, Imax sinemada üç ay kapalı gişe oynadı. Gittiğim her Imax 3d filmde salon dolu oluyor ve bu durum aylarca sürüyor, biletin pahalı olması da cabası. Bu deneyim üzünden ‘geek”lerin, filmin içeriği ve kalitesini umursadıklarını pek sanmıyorum.

    Kısacası ben durumun sinema sanatında bir açılımdan çok, ki bence 3d sinema anlatım iluzyonunu azaltan, sadece görsel konsantrasyonu artıran bir teknik, tamamiyle ticari bir olay. Bu arada Avatar bence vasat bir film ancak çok başarılı bir sinema olayıydı, izlemesi de oldukça keyifliydi. Aynı teknikle bir Bioshock, Mass Effect, Alien vs. filmi izlenebileceğini hayal etmek bile keyifli.

  • ilkerc dedi ki:

    Temmuz ne demek istedigini anlamadim.

  • temmuz dedi ki:

    Takılıyorum, İlker. Ciddiye alma.

  • yasir doğan dedi ki:

    Ekim, gerçekten herkesin fazla dikkate almadığı bir taraftan yaklaşmış konuya. Korsan piyasasını öldürmek için yapılmış bir hamle olabilir bu, herkesin sinemaya gitmesi için gerçekten güzel bir çözüm olabilir ama kesinlikle yetersiz şuan için. Sonuçta korsancılara yeni ekmek kapısı bile açılabilir yeni 3d gözlükler gibi. Bu konuda erken tahminde bulunmak bence biraz zor çünkü süreç hızlı ve nereye gideceği belli olmadan ilerliyor kestirmek çok güç gözüküyor. Şuan ki durum hakkında bir sinema izleyicisi olarak yorum yapmam gerekirse de şunu söylemek isterim, filmleri 3d olarak izlemek asla istemiyorum. Tamam yeri gelir 3d filmlerde izlenir ama bunu her filmde yaşamak kabusla eş değer olsa gerek. Gözümüzde sürekli bir gözlük sürekli yorucu sahneler vs. Bu işin ev sinemasına kadar girecek olması ise işin en kötü görünür tarafı düşünsenize evde de film izlerken bir gözlük ve sinemaya göre çok daha küçük bir ekran. Korkuyorum açıkçası bütün bu 3d teknolojisinin gelişmesinden ve hayatımızı kaplamasından. Bu kadar çok korkumun olmasının sebebi de sinema seyircilerinin bu işi çok fazla sevmesi ve beğenmesi.

    Bütün bu korkularıma rağmen merak etmeden yapamadığım bir şey var 🙂 Titanik in 3d’ye çevrilip tekrar vizyona konacağı haberini okuyup bir kaç arkadaşımla konuyu tartışmıştık. 3D çekilmeyen bir film nasıl 3D’ye çevrilebiliyor. Bu konuda bilgisi olan varsa paylaşmasını çok isterim. Ayrıca madem böyle bir şey mümkünken filmler neden 3D kameralar icat edilerek ve bu kadar zahmetli bir süreçten geçerek 3D filmler üretiliyor gerçekten anlam veremedim yada James Cameron Titanik’i çekerken 3D olarak mı çekmiş uyanıklık yapıp diyeceğim ama onunda pek fazla ihtimali olduğunu sanmıyorum 🙂

  • ilkerc dedi ki:

    Tabi gercek 3D degil. Bir nevi sahte 3D : )

    Kabaca soyle: Ornegin oyunculari maskliyorsun (elle!) sonra o katmani one arkaya aliyorsun. Elindeki background hareketini 3D hale getiriyorsun vs.

    Bu arada Titanic’in cogu zaten CGI oldugu icin onlari yeniden 3D olarak calisabilirler.

  • E dedi ki:

    Güzel bir yazı okudum, paylaşayım dedim:
    http://www.thewrap.com/movies/column-post/3d-progress-lost-dark-19392?page=0,0

    Sorunu zaten biliyoruz ama burada daha derinlemesine incelenmiş, çözümleri tartışılmış. Ben batabileceğine dair ümitlendim. Batsın güzel güzel dönelim 2b’ye :). Tamam vurmayın.

  • osman siewertsen dedi ki:

    şimdi alakasız bişi yazıcam…çok bilindik bir film üzerine once upon time in america…

    Vcd kalitesinde seyrettim,5. Seyredeşim filan,film bitti ve gene moralim sıfır…

    Sergio leoni nasıl bir iş çekmiş…sanat nasıl bir sanat…görüntülü roman mı bu?

    Kamera ne kadar zeki ve sade,oyuncular bir işe bu kadar mı inanır…fenomen olmuş sahneleri nasıl çektiniz? Fikri olan varsa yazsın….

    Valla moralim bozuk gene…40 küsur sene çekilmis bir başyapıt,40 sene sonrada insanlar bu yapıtı seyredecekler…sinema yapmak bu olsa gerek…40 sene sonra ağzı açık bir sekilde seyrettirmeyi başarmak,çok güzel olsa gerek

    Saygılar

  • yasir doğan dedi ki:

    Osman Bey, öyle bir film adı söylediniz ki kelimeler bulunmaz anlatmaya 🙂 Tabi ki bu filmin farklı enteresan yönleri de bulunmakta. ilk olarak bu film montajın önemi açısından çok güzel bir örnektir. Bir film montajda nasıl rezil edilir yada nasıl sanat eseri değeri kazanır durumuna somut bir örnek. ilk gösterime girdiğinde 4 saate yakın bir film çıkmıştır ve o senenin en kötü filmleri kategorisine düşmüştür. Tabi tekrar kurgulanınca sinema tarihindeki en özel filmlerden birisi olmuştur. ikincisi ise Sergio Leone bu filmin birçok sahnesini İtalya’da çekmiş. Buralara hiç girmeyeyim sergio leone hayranlığım filminde önüne geçer konunun içinden hiç çıkamam. Ayrıca filmin sountracklarıda nefistir.

  • osman siewertsen dedi ki:

    öyle bir sette cableman bile olmak müthiş…benzer tadı seneler sonra çekilen slumdog millionare de buldum…o iş’te akıllara zarar,son derece zeki ve son derece samimi…baslık 3d ama,site sahibinin hoşgörüsünü rica ederim,nokta

  • Şerafettin Tetikçı dedi ki:

    Ben tek bunu anladım. Sağ gözümde astigmatım var, 3D gözlükler tam CÃ?K oturmayınca, bayağ rahatsız oluyorum. Herhalde 3D Miyoplu veya Hipermetroplu numaralı gözlük üretmeye düşünmiyorlar. Sanırım halkın %10 -%15 te görme problemi olabilir. 3D den rahatsız olabilirler. TV yı düşünün: neneler dizileri gözlüklü mu seyredecekler? Bilmiyorum, bana bu “gecici” bir sisteme benzıyor. Zaten 80 lerde de 3D vardı – karton gözlüklü. Ne olmuş – 25 yıl yoktu ortada, yine direndi. Pratik olduğndan değil, korsanlardan ve TV rekabetten sinema ürünlerinin savunması için devam ediyor sanki. Yeni icada kadar.

  • Osman Özdemir dedi ki:

    Abartılmayan pek çok şey güzeldir!
    Nasılki bir örnek tümü temsil etmiyorsa, gördüğümüz 3d filmlerde aslında 3d teknolojisi ve nereye gidebileceğinin doğru tanımlayıcıları değil. Tabiki mevcut 3d filmlerde şu rahatsız edici, ; “mademki 3d teknolojimiz var seyircinin gözüne sokalım” diyorlar ve haliyle rahatsız edici kısımları olan bir deneyim çıkıyor ortaya.
    Stereo teknolisini bak böyle yapabiliyorum diye vokal bir kanal, müzik diğer kanal yapmaya benziyor. Asıl olan 3d teknolojisini gerçeklik algısını bozacak kadar abartmamak, gerçeklik algısına yardımcı olarak kullanmak.

  • dopdodo dedi ki:

    â??I have no inclination to go back to 2D, both in non-fiction and in fiction,â? says Wenders. â??Technology advances fast, and we have just seen the very beginning of what 3D is able to do. Iâ??m convinced that 3D is really a whole new film language, and just as big a step for cinema as sound or color were.

    Read more: http://realscreen.com/2012/01/27/wim-wenders-i-have-no-inclination-to-go-back-to-2d/#ixzz1kt4iZOix

Leave a Reply

Social Media

Visit Us On TwitterVisit Us On Youtube