Monthly Archive for Mart, 2016

Parlaklık Savaşları!

HDR denince fotoğrafla uğraşanlar genelde yüzünü buruşturur. Bu konuda da haksız değiller. High Dynamic Range (Yüksek Dinamik Aralık) adı verilen ve özünde akıllıca bir teknik olan bu talihsiz kısaltma özellikle yeni başlayan fotoğrafçılar için içinden çıkılması neyse ki uzun sürmeyen bir çukurdur. Bu teknikte görüntü birden çok farklı pozlamanın birleştirilmesi ile ortaya çıkarılır ve sonuç (biraz da bilinçsiz kullanım nedeniyle) genelde aşırı renkli, aşırı işlenmiş, doğallıktan çok uzaktır.

Bu saçmalığın ardında görüntü sistemlerinin temel bir kusuru yatıyordu. Bilindiği gibi insan gözünün “dinamik aralığı” (siyah ile beyaz arasındaki farka toleransı) çok yüksek. Oysa teknik görüntü sistemlerinde bu böyle değildi. Biz yıllardır esasen 1950’lerde temeli atılmış bir TV ve video sisteminde yaşıyoruz. Her ne kadar çözünürlük sürekli artsa da renk ve ton zenginliği (en azından gösterim aracı olan TV’ler için) artmıyordu. Oysa kameralar son on yılda dinamik aralıklarını çok arttırdılar.

İşte bu sorunu çözmek için bu yıl TV teknolojisinde 90lardan bu yana görülen en büyük ve en anlamlı değişim başlıyor: Bu değişimin adı HDR TV.

Fotoğrafla ilgilenenler korkmasın çünkü HDR TV ile fotoğraftaki HDR aynı şey değil. Fotoğrafta bu yukarıda açıkladığım gibi bir manipülasyon yöntemini ifade ediyordu. Oysa video alanında bu bir teknoloji sıçraması.

Aslında her şey yıllar önce Dolby Vision ile başlamıştı.

Standart TV setleri 300-400 nit parlaklık veriyor (yani en parlak gösterebilecekleri noktanın candela/m2 cinsinden ifadesi). Bu parlaklık seviyesi daha geniş bir dinamik aralık sağlamak için yeterli değil. İşte HDR TV’nin temelinde bu yatıyor. Her ne kadar Dolby önce 4000 nit gibi aşırı bir parlaklık önermiş olsa da yeni HDR TV’ler 1000 nit parlaklık seviyesi ile geliyor! Esasen bir parlaklık artışı olmasına rağmen bu ciddi artış aynı zamanda renk skalasını da genişletiyor. Renkler daha canlı ve çeşitli hale geliyor.

Tabi geçiş sanıldığı kadar kolay değil. Bu geçişin standart ve geriye uyumlu halde olması için daha önce kurulmuş olan UHD Alliance “Ultra HD Premium” adı altında bir standart geliştirdi. Buna göre “Ultra HD Premium” logosu taşıyan bir ekran en az 10 bit renk derinliğinde çalışmalı, en az 1000 nit parlaklıkta beyaz ve en fazla 0.05 nit parlaklıkta siyah gösterebilmeli.

Tabi Dolby Vision bu alanda tek değil ve ne yazık ki şu anda her TV üreticisi kendi HDR yorumunu yapmış durumda. Burada iki problem var:

1 – Kameralardan gelen 14-15 fstopluk dinamik aralığın tam olarak kullanılabilmesi (gösterilebilmesi) için HDR Renk düzenleme yapılması gerekiyor. Fakat aynı zamanda HDR olmayan TV’lerin de düzgün çalışmaya devam etmesi gerekli. O halde ayni görüntülerin iki ayrı kopyasına ihtiyaç var.

2 – Renk düzenlemesi HDR olarak yapılmış içeriğin HDR özelliğine sahip bir TV’ye ulaştığı zaman o TV’nin kendi HDR teknolojisine göre ufak bir düzenleme ile gösterilmesi gerekiyor (aksi takdirde her şey yanlış görünür) Bunu yapabilmek için görüntünün içine TV’nin anlayabileceği bir meta veri yazmak gerekli. Bunun sonucu HDMI 2.0a bağlantı kullanmak gerekiyor. Yani alacağınız TV’de HDMI 2.0a olması şart.

4K trenine erken binenler için üzgünüm. HDR TV basit bir pazarlama hilesinden çok ileri bir şey. Öyle ki bu yeni durumda filmlerin sadece renk düzenleme aşaması değil çekim yöntemleri bile değişebilir.Eskiden çekmeye cesaret edemediğiniz bazı yüksek kontrast sahneleri artık çekebilirsiniz. Tabi eski filmlerin de yeniden scan edilmesi veya digital olanların da yeniden HDR olarak renk düzenlemesi aşamasından geçmesi gerekecek. Kısaca ortada bir içerik sorunu da var. Bu konuda en atak kurum Netflix olacak gibi görünüyor.

Donanım tarafında ise konunun ilk ciddi örneklerinden birini geçen günlerde Atomos’dan gelen haberle duyduk: Atomos yeni Flame serisinde 1500 Nit parlaklıkta ekranla ve HDR desteğiyle geliyor. Bu sanırım dünyada bir ilk. Güzel tarafı 1500 nit parlaklıktaki bir ekranı güneş altında da rahatlıkla görebilirsiniz. Ipad Pro 9.7 inch de 500 nit le parlaklık savaşına girmiş görünüyor.

Atomos’un şu videosundan HDR Video nun ne olduğunu görebilirsiniz. Peki elinizdeki kamera HDR video üretebilir mi? Log kayit seçeneği varsa teorik olarak evet. Tabi bugünden itibaren 10 bit olmayan bir kameraya el sürmemekte hayır var.

Tabi sonuç olarak bütün bunlar çok önemli mi? Eski TV’nizi veya kameranızı hemen sokağa mı atmanız gerekiyor?

Hayır tabi ki ama dünya dönüyor işte sen ne dersen de : )

Phantom 4 ve Düşündürdükleri

dji-phantom-4-front

DJI’a boşuna Çinli Apple denmemiş.

Evvelki gün firma Phantom serisinin yeni sürümünü tanıttı.

Bu yeni IHA (İnsansız Hava Aracı) Phantom 4 ne yazık ki kamera açısından neredeyse hiç bir gelişme içermiyor (yeni bir mercek tasarımını bir kenara bırakırsak) ancak onun dışında her konuda bir çok yeni özellikle geliyor.

Bunların en önemlileri şöyle sıralanabilir: Daha yumuşak bir sabitleme sistemi, daha yüksek hız (72 km/s), spor modu, daha fazla uçuş süresi (28 dk), çift uçuş bilgisayarı, çift pusula, engel tanıma sistemi, “dokunduğum yere git” özelliği, nesne ve insanları takip etme özelliği (verici olmaksızın), 5 KM bağlantı mesafesi, yükseltilmiş yeni pervane ve motor sistemi, unibody tasarım…

Türkiye’deki durumun belirsizliğinden söz etmiştim. Geçen haftalarda bir yönetmelik çıktı ve artık sahip olduğunuz IHA’yı kaydettirmeniz gerekiyor.

Bu iyi bir adım. Gel gelelim bu kontrol etme çabaları çok umutsuz geliyor bana: Görünen o ki DJI ve diğerleri IHA kullanmayı inanılmaz derecede basit hale getirecekler. Tabi bu çok mantıklı zira bu aletleri hakkıyla kullanmak gerçekten sebat isteyen bir iş. Buna kimse kolay kolay yanaşmayacağı ve cesaret edemeyeceği için ürün satmanın yolu işi basitleştirmekten geçiyor. Aynı nedenle DJI korkan çekinen kullanıcılar için yılda 279 dolara sınırsız garanti veriyor (kullanıcı hatasından bile düşseniz sınırsız tamir / yenileme garantisi!)

İyi ama bu aletler tamamen kendi kendilerine uçar hale geldiklerinde lisansi kim alacak, denetleme nasil yapilacak, bir kaza olduğunda suçlu DJI mi olacak siz mi gibi sorular beliriyor.

Dünyada ve Türkiye’de bu aletlerden haz etmeyen epey insan var. Bunlar genellikle eskiden beri uçuşla uğraşanlar. Gerçekten de sorumsuz kullanıcıların bir facia yaratması ihtimali var.

Bu duruma genel olarak bir paradigma kayması diyebiliriz. Aynı şey fotoğraf ve video işlerinde de oluyor: Eskiden çok küçük bir elitin elinde olan imkanlar bugün herkesin elinde… Bu da tabi ki eski elitin sahip olduğu ayrıcalığa bir saldırı gibi görülüyor ve hoşa gitmiyor.

Hoşunuza gitsin veya gitmesin bu tür paradigma kaymaları sırasında söylenmek, protesto etmek, iddialaşmak, karşı çıkmak, küçümsemek hiç ama hiç bir işe yaramıyor. Tabi ki karşımıza çıkan her şeyi kucaklamak zorunda değiliz ama körü körüne reddetmek de genelde “yaşlanmakla” sonuçlanıyor (tabi fiziksel değil ruhani bir yaşlanmadan söz ediyorum). (“35 mm daha iyiydi” diyenler bugünlerde çoğaldı değil mi : )

Yapılacak en akıllıca şey bu yeni teknolojileri nasıl daha etkili kullanabileceğimize bakmak olabilir diye düşünüyorum zira gerçek elitlerin üzülmesine gerek yok. Gerçekten bir yeteneğiniz varsa hala fark yaratabilirsiniz. Yeteneğiniz yoksa ve sadece pahalı ekipmanlara bir şekilde kavuşmak gibi bir şansınız olduysa evet gelecek sizin için daha zor olacak demektir.

Dronelar geliyor. Hem de çok hızlı şekilde. Aynı hız kameralar için de olsa iyi olurdu. Oysa biz hala Canon’un 4 yıllık kamerasını yenilemesini bekliyoruz!

Social Media

Visit Us On TwitterVisit Us On Youtube